“Post-truth” kimileriniz için hiçbir şey ifade etmiyor olabilir. Kısaca açıklamak gerekirse, gerçeklerin ve objektif bilgilerin yerini duyguların ve kişisel inançların aldığı bir dönem olarak nitelendirebiliriz. Özellikle siyaset alanında fazlasıyla öne çıkan bu kavram, aslında şimdilerde hayatımızın her alanına sirayet etmiş durumda.
Hiç düşündünüz mü, neden doğruluğu kanıtlanabilir bilgiler yerine, bazen altı boş olsa da ikna gücü yüksek söylemler gerçeklik olarak kabul ediliyor? Cevap basit: Duygular! Evet, genel olarak mantığımızdan ziyade duygularımızla hareket etmeye daha yatkınız. Kişinin kendi düşünce dünyasını ve ön kabullerini doğrulayan argümanlar daha rahatlatıcı geliyor. Yeni bir pencere ve yeni bir gerçekliğin yarattığı adaptasyon problemi, böylelikle ortadan kalkıyor. Bu da bireysel ve toplumsal düzeyde hakikatten uzaklaşmaya yol açıyor.
Duyguların Gücü Adına!
Reklamcılık dünyası, duyguların gücünü arkasına almak konusunda uzmanlaşmış sektörlerden biridir. Post-truth çağında, reklamların amacı sadece bir ürünün ya da bir hizmetin özelliklerini anlatmak değil, aynı zamanda o üründen/hizmetten yararlanırken ortaya çıkacak duyguların altını çizmektir. Örneğin, çok ünlü bir dondurma markasının, sıklıkla karşımıza çıkan reklamlarını düşünün. Çikolatasının tadından, dondurmasının kıvamını anlatmaktan çok; yendiğinde hissedilecek “hazzı”, özgürlüğü, teslimiyeti ve keyfi vurgular. İşte bu, ürüne yapılan kişileştirme ile duygusal bağ kurmanın gücüdür!
Veriler Aracılığıyla Güven İnşa Etmek
Post-truth çağında, verilerin pazarlamada güven ve otorite oluşturma gücü daha da önemli hale geldi. Veri görselleştirme ve veri odaklı içerik, infografikler gibi görsel veriler, güvenilirlik ve etkileşim açısından markalara büyük avantaj sağlıyor. Yani, reklamlar duyguların yanı sıra verilerle de desteklenirse, başarılı olma ihtimali çok daha büyük hale geliyor.
Yanlış bilgilerle dolu günümüzde, güvenilir bir bilgi kaynağı olmak markanız için önemli bir farklılaştırıcı etken olabilir. Markaların hem bireysel hem de toplumsal olarak kendilerini zor dönemlerde nasıl ifade ettikleri, geleceklerini şekillendirmek için yardımcı olabilir. Geçtiğimiz yıl yaşanan deprem felaketinin ardından, birlikteliğin arşa çıktığı bir süreç yaşadık ve bu dönemde bazı markalar toplumsal dayanışmayı vurgulayan mesajlar yayınlamakta çekimser kaldılar ya da yayınladıkları mesajlarla beklenen samimiyeti yansıtmayı başaramadılar. Bu süreç bize bir kez daha gösterdi ki duygulara hitap etmek, ürün ve hizmetleri pazarlama süreçlerinin de ötesinde genel bir yaklaşım olarak ele alınmalı.
Sonuç olarak, reklamcılığın amacı, tüketiciyi ikna etmektir. Ancak post-truth dönemde, bu ikna süreci daha karmaşık hale gelir. Neyin hakikat olduğunun kestirilemediği, dezenformasyonun üst düzeyde olduğu süreçlerde duygusal ve görsel içeriklerin etkisi büyük önem taşır. Tüketicilerin hem markaya bağlılıkları hem de satın alma kararları reklam yoluyla etkilenebilir ve bu, iknaya yönelik stratejiler gerektirir.
Post-truth çağında reklamcılığın nasıl işlediğini anlamak, markaların tüketicilerle daha güçlü ve güvenilir ilişkiler kurmasını gerekli kılar. Hedef kitlenize en uygun iletişim dilini kullanmak, markanızı potansiyel tüketicilerin önüne en isabetli strateji ve içeriklerle çıkarmak istiyorsanız, Ahtapot Sosyal Medya olarak partneriniz olmaktan mutluluk duyarız. 😊
YAZAN: Bahar Özaksoy